3 Ekim 2013 Perşembe

Uluç

Ve Cezâ’ir Beğlerbeğisi Ali Paşa kapudan olmak fermân olunup,
"Kimse Uluç dimesün, Kılıç Ali yazsun" diyü buyuruldı.
Tarih-i Selanikî (haz. M. İpşirli, I, 84)


Uluç Ali Reis’in lakabına özenilerek, ancak anlamı kesinlikle bilinmeden ve olasılıkla Türkçe sanılarak günümüzde ad ve soyadı olarak kullanılan bu kelime görebildiğim kadarıyla bizim Osmanlıca sözlüklerde tek bir istisna dışında yer almıyor. (İstisnası için aşağıdaki “Meraklısına...” bölümüne bkz.) 19. yy sonu ve 20. yy başının başlıca sözlüklerinde (Lehce-i Osmânî, Kamûs-ı Türkî vs) yer almaması muhtemelen o dönemde kelimenin tümüyle kullanım dışı kalmasıyla ilgilidir. Bugün piyasadaki Osmanlıca sözlükler ise asıl olarak öncü nitelikteki o eserlere dayanan yığma sözlükler oldukları için kelimeyi atlamış olabilirler. Kelimenin 16-17. yüzyıllar Türkçesinde kullanıldığı anlaşılıyor. Ad ve soyadı olarak kullanıma tekrar girmesinin ise 1930’ların ortalarında gerçekleştiğini tahmin etmek zor değil (soyadı açısından daha erkeni mümkün değil zaten).

Dankoff’tan öğrendiğimiz kadarıyla Evliya Çelebi uluç’u birkaç kez kullanmış: “Kılıç Ali Paşa uluç ademisi olmagile lisanı Freng lehçesi imiş”, “Frengü’l-asl uluç taifesinden”...

Dankoff kelimeyi ‘kaba, köylü, yontulmamış’ diye tanımlamış ve Redhouse’a atıfla Ar. ‘ilc’in çokluk hali ‘ulûc’a  bağlamış. Aslında işaret edilen yerde (Redhouse, 1890, s. 1316) ‘ulûc değil, ‘ilc’in bir başka çokluk hali ‘ilece var ama anlamca aynı şey: ‘coarse, big, sturdy barbarian’ (kaba saba, bayağı, zevksiz, iriyarı, kuvvetli vahşi vs). Bu karşılık yanlış değil ama Evliya Çelebi’nin yukarıdaki cümlesini, yani ilk örneği bence tam anlamıyla açıklamıyor.

Evliya’da varsa Meninski’de de vardır, diyerek baktım, yanılmamışım. Meninski (1680, c. II, sütun 3313) madde başı ‘ilc’in çokluk biçimlerini (‘ulûc, ‘ilecet vd...) verdikten sonra, bazen yaptığı gibi kelimeyi sadece Latince açıklamış, diğer dillerde (Almanca, İtalyanca, Fransızca, Lehçe ve birçok durumda Türkçe, Farsça, Arapça) karşılıkları ne yazık ki vermemiş. Latincesiyle başa çıkmam mümkün değil ama yine de sözlük yardımıyla 'yabancı, dönme, eğitimsiz, yabani, kaba saba, cahil' (barbaris, proselytus vs), ayrıca 'eşek, yaban eşeği' (asinu, onager) karşılıklarını görünce doğru yolda olduğumu anladım. Nitekim Meninski sözlüğünün hayli geç tarihli Türkçe-İtalyanca versiyonunda (1832, s. 914) madde başı ‘ulûc’un Ar. ‘ilc’in çoğulu olduğu belirtildikten sonra, ‘proseliti’ (dönmeler, mühtediler) karşılığı, ‘ulûcî için de  ‘zulumkârler [böyle!] ve kâfirler’ (‘barbari, infedeli’) karşılıkları verilmiş.

Dankoff Redhouse yerine Evliya Çelebi’nin çağdaşı Meninski’ye başvurmuş olsaydı, yukarıdaki cümle daha iyi anlaşılabilirdi sanıyorum. Kılıç Ali Paşa, evet, köylüydü, kaba saba, yontulmamış filan biriydi, ama öyle olduğu için değil, besbelli, yabancı kökenli, Frengü’l-asl bir dönme olduğu için dili Frenkçeye çalıyordu (lisanı Freng lehçesi imiş), yani Türkçesi kıt, aksanı bozuktu. Gerçekten de Evliya Çelebi bu cümlenin devamında paşanın Türkçesiyle ve dini kültürünün sığlığıyla dalga geçen bir hikâye anlatır. (Bu hikâye Seyahatname'nin ilk basımında [1314/1896], fazla “sert” bulunmuş olmalı ki, yer almıyor!) Uluç Ali Reis, sonra Kılıç Ali Paşa, malum, İtalya’nın güneyindeki Calabria’nın bir köyünde doğmuş, gençliğinde Cezayir korsanlarına esir düşmüş, Müslümanlığı kabul ettikten sonra kaptan-ı deryalığa kadar yükselmiş ve bu atama sırasında II. Selim tarafından lakabı Kılıç’a çevrilmişti. (Paşanın doğduğu köyde hemşehrilerince dikilen büstünün fotoğrafı viki’de görülebilir.)

17. yy Türkçesindeki bu anlam herhalde bir asır önce, Uluç Ali Reis’in zamanında da üç aşağı beş yukarı aynıydı. Jean Deny, Kazimirski’ye atfen, Ar. ‘ilc’in (ç. ‘uluc[!]) ‘şişman ve kuvvetli eşşek(!); hareketlerinde kaba olan gayrimüslim veya dinsiz barbar’ demeye geldiğini yazıyor. (‘Eşek’ şeddeli ve ‘ulûc’un ikinci ünlüsü kısa, yani vav eksik. İlki kesin çevirmenin marifeti, muhtemelen ikincisi de!) Gerçekten de Francis Johnson sözlüğünde (1852) Arapça ‘ilc (ç. ‘ulûc, vs...) için şu karşılıkları veriyor: ‘A proselyte (either in a religious or a political light). An infidel, one of no religion. An ass, the onager (especially fat and strong). Rough, fierce. A cake with a thick edge.’ Demek ki, ‘mühtedi, dini ya da siyasi dönme (yani din ya da uyruk değiştirenler için kullanılabilir); dinsiz imansız, kâfir; (özellikle şişman ve güçlü) eşek, yaban eşeği; kaba saba, vahşi; bir tür kek, pasta.’

Pasta bir yana, yukarıdaki karşılıklardan hangisini evladınıza yakıştırırdınız?

H. Şehsuvaroğlu İslam Ansiklopedisi’nin “Kılıç Ali Paşa” maddesinde (VI, 679 vd) şöyle yazmış:

“Şimâlî Afrika sularında müslüman ve hıristiyan ticâretine karşı şiddetle hareket eden ve araplığa nisbeti olmayan korsanlar öteden beri umûmiyetle uluç nâmı ile anılmıştır. Hasan ve Câfer Paşa’lar gibi, Ali’nin de uluç zümresine katıldığı anlaşılmakladır.”
Türkçede başka birçok örneği olduğu gibi (şaki/eşkıya, tacir/tüccar...) besbelli ‘ilc’in de çokluk hali bir zümreyi adlandırırken, zamanla o zümreye mensup tek tek kişiler için de kullanılmaya başlanmış. Her durumda uluç’un övgü dolu bir lakap olmadığı, tersine aşağılama içerdiği çok açık. II. Selim kaptan-ı deryasının bu lakabı taşımasını şüphesiz bu yüzden istememiştir. Belki korsanlar kendilerini daha da ürkütücü gösterecek böylesi lakaplardan çok da rahatsız olmuyorlardı, ama ortada (sözgelimi yavuz örneğinde olduğu gibi)  bir anlam iyileşmesi filan da yoktur.

Gel gelelim TDK’nın evlere şenlik Kişi Adları Sözlüğü bu adı da “saygın” kılmak için, huyu kurusun, desteksiz atmaktan çekinmemiş. Sözlüğe göre bu ad Türkçe kökenliymiş ve “Yüce, saygın kimse” anlamına gelirmiş. Yahu, bu kelime Türkçe kökenli olsaydı, tarihi ya da modern Türk dilleri ve lehçelerinin herhangi birinde, yerel ağızlara dair bir sözlükte olsun, görülmez miydi? Yok, olmadığı için de belli ki Türkçe ulu/ulı ‘zengin, ağır, çok büyük, saygın’ (Tarama Sözlüğü) < ulug sözünden hareketle anlam icat etmişler. Peki, sondaki ne oluyor? Geçerken mi uğramış oraya? Bari ona da bir anlam yükleseydiniz de işlevsiz kalmasaydı gariban. Eğer bu bildiğimiz küçültme eki -ç ise, uluç ‘ulucuk’ mu oluyor acaba, hani “küçük dev adam” gibisinden bir şey?

Bu Kişi Adları Sözlüğü, Güneş Dil Teorisi zamanlarını saymazsak, TDK’nın en seviyesiz işlerinden biri. Hiç utanmadan nasıl internet üzerinden kullanıma açabildiklerini ve halen açık tutmaya devam edebildiklerini anlamıyorum. Daha önce (diğer mekânda) birçok örnek vermiştim bu rezaletle ilgili, daha da vereceğim kesin. İnsanların, tıpkı Kuran’da geçen olumsuz anlamlı ya da asla kişi adı olamayacak kelimeleri (ör. aleyna < Ar. ‘aleynâ ‘üzerimize, hakkımızda, bizim üzerimize olsun’) çocuklarına ad diye taktıkları gibi, Uluç Ali Reis’in lakabını matah bir şey sanarak bu adı çocuklarına verdikleri ya da soyadı olarak aldıkları besbelli. TDK’nın anlam güzellemesiyle insanları teselli etmek, yani onları kandırmak gibi bir görevi olduğunu, daha doğrusu olması gerektiğini sanmıyorum.

Son bir not: Kâşgarlı Mahmud’da iki yerde geçen, Besim Atalay’ın vaktiyle ulıç diye okuduğu, ancak hem Clauson, hem Dankoff, hem de Talât Tekin’in olıç diye okudukları, büyük olasılıkla, Clauson’un belirttiği gibi oğul kelimesiyle ilgili olan Karlukça bir kelime var, ama bunun konumuzla hiçbir ilgisi olamaz: olıç ‘çocuklara sevgi bildirmek için kullanılan bir ilgeç’. olıcım ‘sevgili oğlum’ ve kazgan olıç tüzünlük ‘oğlum iyi huy kazan’ (Dankoff-Kelly yayını, s. 355 ve 420.) TDK’nın son dönemlerdeki bir diğer yüz kızartıcı yayını olan Tuncer Gülensoy’un etimoloji sözlüğünde (II, 965) Besim Atalay’ın okuyuşuyla (ulıç) kabul edilen bu kelimenin bizim uluç’un kökeni olduğu ileri sürülmüş, ama bu iddianın iler tutar yanı yok.

Aslında Kılıç Ali Paşa’yla ilgili anlatacak hikâyelerim vardı, ama yazı çok uzadı, artık bir başka sefere...

Meraklısına...

 

► Jean Deny, Sarı Selim tarafından (kendisi “Muhteşem Süleyman tarafından” diyor!) paşanın Uluç’luktan Kılıç’lığa terfi ettirilmesini, nadir diye nitelediği “/u/ > /ı/ değişikliği”ne örnek olarak gösteriyor. Bir başkası yazmış olsaydı rahatlıkla “göstererek saçmalıyor!” diye bitirirdim cümleyi. Paşanın yeni lakabı belirlenirken bugün din değiştirip Müslüman olanlara (hatta Müslüman olmadan TC vatandaşlığına geçenlere tümüyle keyfi bir uygulamayla) Müslüman adı verilirken yapıldığı gibi, yeni lakabın eskisine sesçe benzemesi gözetilmiş olabilir ama burada etimolojiyle ilgili seslik bir gelişme yok elbette. Uluç → Kılıç örneğinde /u/ > /ı/ değişikliği varsa, önseste de /k/ türemesinden mi söz edeceğiz? Her neyse, belki ben anlamamışımdır da vardır üstadın bir bildiği! (Bu pek nadir /u/ > /ı/ gelişmesiyle ilgili olarak Deny’nin, gerçekten son derece saygın Fransız Türkoloğun aynı yerde verdiği ilk örnek olan uruk > ırk seslik bakımdan daha iyi bir örnek olabilirdi belki, doğru düzgün bir etimolojiye dayanıyor olsaydı tabii!)
Jean Deny, Türk Dili Gramerinin Temel Kuralları (Türkiye Türkçesi), çev. O. Şahin, Ankara: TDK Yay., 1995, s. 68 (§ 89).

► Mertol Tulum’un 17. Yüzyıl Türkçesi ve Söz Varlığı (Ankara: TDK Yay., 2011) adlı olağanüstü emek ürünü kitabında, eserin ikinci bölümü bütünüyle Meninski sözlüğünün dizini niteliğindeki Latince-Türkçe sözlük biçiminde düzenlenmiş olan Onomasticum adlı ek ciltte yer alan malzemenin işlenmesiyle oluşturulmuş gayet zengin bir sözlük olduğu halde, ‘ilc ve ‘ulûc/uluç yok. Yazarın belirttiğine göre (s. 207-208), sadece Latince karşılığı olan, karşısında Türkçe, Farsça, Arapça eş ya da yakın anlamlısı bulunmayan kelimeler bu yayına alınmamış. Keşke onlar da eksik kalmasaydı...

► Arapça ‘ilc’in aynı anlamlarla Farsçaya da geçtiği anlaşılıyor: ‘An ass; the wild ass or onager; an infidel, one of no religion; rough, fierce’ (Steingass, 1892, s. 862).

► Mehmet Kanar, Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul: Say, 2012, s. 1241: ilc (ç. ulûc) ‘1. eşek. 2. yaban eşeği. 3. iriyarı insan. 4. kâfir.’ Aynı yazarın iki ciltlik Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’nde (İstanbul: Say, 2009, II, s. 3571), pek iğreti şekilde duruyor da olsa uluç ‘kaba, köylü, yontulmamış’ var. Yukarıda Osmanlıca sözlüklerle ilgili bahsettiğim istisna bu. “İğreti”den kastım ise şu: M. Kanar kelimenin kökeni konusunda kararsız kaldığı için olmalı, sözlüğünün sistematiği dışına çıkıp, uluç’un hem hangi dilden olduğunu belirtmemiş, hem de Arap harfleriyle yazımını göstermemiş (Arapça imlasıyla kelimede ayın var çünkü: ayın lam vav cim). Karşılık olarak ise Dankoff’un S. Tezcan çevirisiyle yukarıda verdiğim (bence eksik) tanımını aynen aktarmış. Burada tuhaf bir durum var: Sanki yazar, Dankoff’un Redhouse göndermesine ve kendi Arapça sözlüğündeki ulûc karşılığına rağmen, belki de Uluç Ali Reis’e saygısından ötürü, kelimeyi “öksüz” (öksüz, çünkü Arapça bağlantısını kabul etmeyince kelime kökeni ve anlamıyla boşlukta kalıyor) ve “iğreti” bırakmayı tercih etmiş gibi görünüyor. Neyse, şimdi uzatmak istemiyorum, ama sözlükçülük konusunda ileride bir şeyler yazmak istiyorum.

► Buradaki kaynakların ve metnin içinde geçip de yeri yurdu açıkça belli olanların dışında daha açık belirtilmesi gerekenler şunlar:
Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford, 1972, s. 128.
Robert Dankoff, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi Okuma Sözlüğü, katkılarla İngilizceden çev. Semih Tezcan, İstanbul: YKY, 2008, s. 231.
Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Ankara: TDK Yay., 2007, c. II, s. 965.
Francis Johnson, A Dictionary, Persian, Arabic and English, Londra, 1852, s. 870c.
Mahmûd el-Kâşgarî, Dîvânü Lugâti’t-Türk, yay. haz. R. Dankoff - J. Kelly, çev. ve düzenleme: S. T. Yurteser - S. Erdi, İstanbul: Kabalcı, 2007, s. 355 ve 420.
Talât Tekin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, Ankara: TDK Yay., 1989, s. 132, 198 ve dizin.

► Yazıyı buraya yerleştirdikten sonra bir başka “icat” daha keşfettim. Önder Şenyapılı, Sermet Muhtar Alus’un İstanbul Kazan Ben Kepçe’sinden (İstanbul: İletişim, 1995, s. 159) aktarmış, ben de ondan aktarıyorum: “Ahmet Mithat Efendinin kanaatine göre ‘uluç’ kelimesi ‘olmak’tan, yani mevlud manasına imiş.” (Ö. Şenyapılı, Her Sözcüğün Bir öyküsü Var, Ankara: METU Press, 2003, s. 309) Tam hace-i evvel’e yaraşır bir icat! Ayrıca ve daha önemlisi, o dönemde kelimenin bütünüyle unutulmuş olduğunun kesin, su götürmez bir kanıtı!

1 yorum:

  1. Rusça bir fiil olan улучшать okunuşu: uluç'şat olarak telafuz ediliyor; anlamı geliştir'mek, güzelleştir'mek. Etimolojik olarak kıpçak türk dil grubundan rus sözlüğüne girmiş bir kelime olup Türkçe kökenlidir

    YanıtlaSil