“Derridana” marazına karşı geliştirilmiş bir aşı olduğu
rivayet olunsa da, meramım o değil. Felsefe âleminin Elvis’i her ne kadar bana Bastır
Viking’deki Korkunç Hägar tipini hatırlatan barbarca bir eda ile ortalıkta dolanıyor
olsa bile, bu aşının Doktor’un (Kıvılcımlı) hani o ünlü “barbar aşısı”yla da
ilgisi yok. Kimileri ilk günden “Hah, işte budur!” demekte bir sakınca görmemiş
ve kendinden bir an evvel “Ne Yapmalı?”nın güncel versiyonunun beklemeye koyulmuş
da olsalar ben hiç öyle düşünmedim, düşünmüyorum. Açıkçası üstadı –“ancak” demek
ayıp olur, “daha çok” diyelim– eğlenceli buluyorum. Keyif alarak (bazen
mazoşistçe bir keyif olduğunu itiraf etmeliyim!) okuyup bitirdikten sonra çoğu
kez, gerçekten abartmıyorum, birçok kez, Cem Yılmaz şovu izleyip gülmekten
helak olma eşiğini kıl payı atlattıktan sonra ayıkmışım gibi, kendi kendime, “Eyi
de agam biz bu pohu niye yedik?” diye sorarken buluyorum. Hâsıl-ı kelam, böyle
bir aşı geliştirilebilse bile derde derman olup, sadra şifa vereceğini pek sanmıyorum
doğrusu. Bir Žižek’le bahar gelmez, hele bu devirden sonra hiç gelmez! Öyleyse
bin Žižek açsın, bin fikir yarışsın! En doğrusu budur. Zaten Žižek de biz
yolunu kaybetmişlere “kurtuluş yolu”nu yeniden göstersin diye ağzının içine
bakanlara lafını esirgemeden basıyor kalayı. Ne de olsa –doğruya doğru– delikanlı
adam! (Bir itiraf daha: Kendini tekrar edip dursa da, çoğu kere programlanmış “metin
üreteci” gibi hazır şablonlar kullanarak sayfalar dolusu döktürse de, birçok
durumda kulağını inadına tersten göstererek okurla dalga geçtiği hissini uyandırmaktan
çekinmese de, kırk hikâyesi de ahlat üzerine bu zeki adamı okumaktan kendimi alamıyorum.
İnsanların bazı kötü alışkanlıkları da olmalı değil mi?)
Neyse, felsefe yapmaya kalkışacak filan değilim. Yukarıda
yapar gibi göründüysem, kimse kusura bakmasın, öyle bir niyetim yoktu. Sadece küçük,
gerçekten (sinek gibi) küçücük bir okuma notu paylaşmak istiyordum; çenem
düştü, lafı uzattım, hepsi o kadar.
Bu gün fark ettim, üstat ya da belki (metnin İngilizce versiyonunu
görmediğim için sırf Žižek’in günahını almayayım) Türkçe çevirmeni, yayıncısı, düzeltmeni,
varsa redaktörü, belki de hepsi birden, bakteri (mikrop) ile virüsün farkını
bilmiyor.
Değişik bir versiyonu daha önce “The Thing From Inner Space” başlığıyla
yayımlanmış olan kısa metnin çevirisinde (Slavoj Žižek, Tarkovski: İçsel Uzamdan Gelen Şey, çev. Mehmet Öznur, İst.:
Encore, Şubat 2014, s. 25, dn. 4) şöyle bir ifade geçiyor:
“… aynı zamanda artan bir şekilde görünmez küçük,
mikroorganizmalar (bütün antibiyotiklere dirençli olan yeni virüsler gibi)
düzeyinde beliren bir tehdit olarak kötüyü yaşıyoruz.”
Žižek’e (ve/veya yayıncılarına) kötü haber: İnanmayacaksınız
ama virüsler, hem de eskisiyle yenisiyle tüm virüsler, ne yazık ki bütün antibiyotiklere
dirençlidir. Umurlarında bile olmaz! Malum, antibiyotikleri bakterilere (onların
muzır olanlarına “mikrop” diyoruz) karşı kullanırız. Virüslere karşı ise aşı
ile vücudun direncini artırırız, artırmaya çalışırız, tabii gerekli aşıyı geliştirebilmişsek…
Bundan gerisini (virüsle bakteri farkını vs) herkes her
yerden öğrenebilir.