6 Eylül 2015 Pazar

Can Yücel’den iki şiir!

Doğan Avcıoğlu’nun ünlü Yön dergilerini karıştırırken Can Yücel’in iki şiirine rastladım. “Şiir” diyorsam Can Yücel’e saygımdan, yoksa şiir demeye bin şahit gerek. İkisi de birbirinden beter. Genç de sayılmaz şairimiz, 40 yaşında. Yıl 1966. İlk kitabını 1950’de yayımlamış bir orta yaşlı şair için bu iki şiirde hiçbir olgunluk emaresi görememek gerçekten şaşırtıcı. Hatta biraz da üzücü. Ne estetik-siyasi olgunluk, ne kültürel derinlik, ne zekâ pırıltısı, ne dil ustalığı, ne şu ne de bu... Can Yücel’in kıvrak dilinin, güzelim Türkçesinin zerresi bile yok. O bildik ince zekânın silik bir gölgesi bile sinmemiş şiirlere. Sanırsın bir yeniyetmenin karalamaları...

Kitaplarını baştan sona taramadım, ama üstadın herhangi bir kitabına aldığını sanmıyorum bu iki manzumeyi. Sahi, niye Can Yücel’in “bütün şiirler”i yok hâlâ? (Bu yüzden mi?) Sanal âlem çöplüğü sahte Can Yücel şiirlerinden geçilmiyor. Birileri üstadı çoktan Nasrettin Hoca’ya çevirdi. Ama derli toplu bir başvuru kaynağı yok elimizde. Müslüman mezarlığında Dionysos ayinleri düzenlemeyi “ilericilik gereği” sanan hödükler, toparlasalar ya “Can Baba”nın şiirlerini.

“Can Yücel şiiri” dediğimiz bir tür var. Galiba kolay taklit edilebildiği sanılan, ama muhtemelen pek öyle kolay kolay peşinden gidilemez bir tarz bu. O yüzden türü kendiyle sınırlı. İroniyle hüznü, öfkeyle tevekkülü, humorla kederi, ağız dolusu küfürle bilgece sessizliği, azimle kırılganlığı aynı havanda döven, berrak, akıcı, ustaca söz oyunlarıyla bezeli kıvrak bir Türkçenin doğaçlama havasında ve virtüözce işlendiği, cin gibi bir çocuğun elinden çıkmışçasına “renkahenk”, duru ve hınzırca bir şiir bu. En azından benim aklıma böyle bir şiir geliyor “Can Yücel şiiri” denince, muzır, muzip, yaramaz: Kovalamayın beni yatağa / Hiç uykum yok / Daha lafınıza karışacağım / Ortalığı dağıtacağım / Televizyonu kapatacağım / Ayçiçeği resmi yapacağım daha / Başparmağıma şiir okuyacağım / Islık çalacağım / Daha çok işim var / Gecenizi karartacağım / Kütahya vazonuzu kıracağım / Vakitsiz yatırmayın beni / Daha çok erken.

Buradaki iki “şiir”inse bütün bunlarla hiçbir akrabalığı yok bence. Uzaktan hısım bile sayılmazlar. İtiraf etmem gerekirse, anlaşılan güncel göndermelerle dolu bazı mısraların neden bahsettiğini bile anlayamadım. Ayrıca “Çoban Sülü” benzeri kibirli, “eller aya biz yaya” tarzı popülist-milliyetçi, bugün de kendini “solcu” zanneden birçok insanın diline/zihnine pelesenk olmaya devam eden tarzdaki lafzını ve ruhunu da Can Yücel’e hiç yakıştıramadım. Olsun, yine de Can Yücel şiiridir. Kayda geçsin. Şu da geçsin: Sol bu edadan kurtulmadıkça iflah olmayacaktır!



Mart’la Pire

İlkyaz içeri, ayaz dışarı
Yaz dışarı çiçek içeri
Çocuk içeri, bolluk içeri
Özgürlük içeri, kulluk dışarı
Sömürgen dışarı, hain dışarı
Vahdeti dışarı, birlik içeri
Aslar dışarı, suslar dışarı
Üsler dışarı uslar içeri
Yaslar dışarı, sevinç içeri
Sevgi içeri, türkü içeri
Türkçe içeri, yalan dışarı
Madrabaz dışarı, yobaz dışarı
Ayaz dışarı, ilk yaz içeri
Çocuk içeri, ışık içeri
Nisan içeri, Mart dışarı
Karanlık dışarı yokluk dışarı
Ölüm dışarı, hayat içeri
31 Mart dışarı, toplumculuk içeri
İleri...

Yön, Yıl 5, Sayı 160 (22 Nisan 1966), s. 15



A La Süleyman

Alasülü hükümetin saati,
Baksana, çift yelkovanla akrebi,
Hep ileri, avantada bir çifti,
Öbürü ters, Arap harfleri gibi;

Birinde beş, birinde saat dokuz,
Biri üçse, öbürü onbirbuçuk...
Nerde vardır biz gibi bilgiç ulus?
Ölüme de sonunda çare bulduk!

Çünkü “aman” dedirttik biz zamana,
Bu saatte ne ileri, ne geri...
Elinoğlu çıksın saman yoluna,
Yerimizde otluyoruz biz gayri.

Yön, Yıl 5, Sayı 165 (27 Mayıs 1966), s. 15